İnternet dünyasında müziğini tanıtmak isteyen bir sanatçı olarak çeşitli yolları denemek kaçınılmaz. Dijital platformlarda görünürlük kazanmak için sosyal medya reklamları, playlist eklemeleri, PR çalışmaları derken, bir noktada insan daha sıra dışı yöntemleri de düşünmeye başlıyor. Ben de tam bu noktada, Ekşi Sözlük gibi kullanıcıların bağımsız yorumlarıyla öne çıktığı platformda şarkım hakkında bir paylaşım yaptırma fikrine kapıldım. Ancak, bunu klasik anlamda “para verip yorum satın alma” olarak değil, gerçekten müziğime ilgi duyan birisinin kendi içgörüsüyle yazacağı bir paylaşım şeklinde hayal ediyordum.
Bu düşüncelerle, Ekşi Sözlük’te bu tarz hizmetler sunduğunu belirten bir yazara şu mesajı göndermeyi düşündüm:
Merhaba, bir paylaşımınız üzerine ulaşıyorum, ismim Ayberk. Bestekar ve Düşünür’üm (kendimi böyle tanımlıyorum). Ekşi Sözlük’te yorum hizmeti verdiğinize dair bir mesajınızı okudum. Baştan söyleyeyim, öyle parayı verdim, hizmeti aldım gibi bir şey istemiyorum. Öncelikle içeriği paylaşacak kişinin müziğe olan ilgisi benim için çok önemli. Bu kişi en azından “ortalama bir müzik dinleyicisi” olmalı.
Sizin müzikle olan bağlantınız nedir bilmiyorum ama müziğe hiç ilgi duymuyorsanız ya da ruhu olmayan, boş-beleş şarkılar dinlemekten hoşlanıyorsanız, zaten anlaşamayız. İçeriğe gelecek olursak, ne yazılacağı konusunda herhangi bir yönlendirme yapmayacağım; metin girişini yapacak kişi eğer sizseniz, öncelikle size yollayacağım bir şarkımı dinlemenizi, ardından ise giderek yozlaşan günümüz müzik anlayışı içerisinde bu şarkıyı nasıl değerlendireceğinizi soracağım.
Yani parayı ben vereceğim ama yorumu, hür iradenizle “sizin” yapmanızı isteyeceğim. “Ben böyle bir risk alamam” diyebilirsiniz. Ya da “bu iş biraz çetrefilli görünüyor, o yüzden 2x ücret alırım” da diyebilirsiniz. Hatta “müziğin gelişimine bir katkım olacaksa, ben bu işten para almam” bile diyebilirsiniz. Ancak lütfen müziğe ilginiz olmasına rağmen “ben müzikten hiç anlamam” demeyin. Çünkü bu yük hepimizin omuzlarında.
Bugün resmen arabanın teybini açıp güzel bir şarkı dinleyemez olduk. Nerede 90’lardaki Sertab Erener, Sezen Aksu, Levent Yüksel; nerede bugünlerdeki Uzi, Çakal, Sefo, Göto, Hırro? Bir de bunlar yetmiyormuşcasına, “Turabi” gibi müziğin “M”siyle alakası olmayan adamların aşağılıkça prodüksiyonlarına maruz kalıyoruz. Sahi, günümüz Z kuşağının günahı neydi ki eskilerin “ruhun gıdası” olarak tanımladıkları müzik konusunda böylesine talihsiz bir döneme denk geldiler?
Neyse, konuyu daha fazla uzatmayayım ve mümkünse sizin görüşünüzü alayım. Ne dersiniz, sizce çalışma şansımız olur mu?
Bu mesajı hazırladıktan sonra bir süre düşündüm. Gerçekten böyle bir yönteme başvurmalı mıyım? Beni tanımayan, müziğime belki de hiçbir anlam yüklemeyecek birine yorum yazdırmak sanat ruhuna uygun bir hareket olur muydu? Nihayetinde karşı tarafın esas niyetini hiçbir zaman bilemeyecektim.
Sonunda, tahmin edeceğiniz üzere bu mesajı göndermemeye karar verdim. Bunun yerine, bu süreci bir blog yazısına dönüştürerek, hem kendi içsel çatışmamı hem de müzik dünyasında yaşanan yozlaşmayı anlatmanın daha anlamlı olacağını düşündüm.
Belki de en doğru yol, müziği yapmaya devam etmek ve ona gerçekten değer verecek organik kitlenin, zaman içinde spontane bir şekilde oluşmasını beklemek. Çünkü iyi müzik, eninde sonunda hak ettiği yere ulaşır. Ya da en azından, ben böyle inanıyorum.
